Sizden Gelen Tarifler
Siz de kendi tariflerinizi gönderin, isminiz ile birlikte sitemizde yayınlayalım.
Hani derler ya her yiğidin bir yoğurt yiyişi; her lezzetçinin de kendine özgü bir tarifi vardır. Önemli olan tarifin ikinci, üçüncü ve süre gelen uygulamalarda aynı tadı, lezzeti vermesi.
Lezette kurallara uyulması, en önemlisi de sevgi katılması, üstad Aydın Boysan gibi Samatya’da büyümedik ama ailemizin verdikleri ile yemek-içmek üzerine biz de bir takım kültürler aldık. Her yörenin kendine özgü lezzetleri, yemekleri, olmazsa olmazları vardır. İçkili muhabbet sofralarınında, meyhanecilikte, her ne kadar Rumlar öne çıksa da, mutfağın asıl lezzet kahramanlarının Ermeniler olduğu doğrudur. Ada Rumlarının OT lezzetlerine dayanan, doğal olarak ellerinin altında olan sızma zeytin yağı ile yaptıkları, ot mezelerini bir yana bırakırsak , emek emek hazırlanmış, her aşaması ayrı bir ritüel olan meze sunumunun temelinde, aile sevgisi, eşe saygı, dostlar arasındaki muhabbetle birlikte hazırlanan Türkiye Ermenilerinin el melekesi ve lezzeti de asla yadsınamaz. Keyifli ve bir o kadar da zahmet isteyen Ermeni mutfağı, ince işçiliği, detaylarda saklı zerafet ve lezzeti ile Ermeni camiası içinde de bir övünç ve rekabet kaynağıdır. Özellikle Türkiye/İstanbul Ermenilerinin mutfak kültürü ve meze hazırlamaktaki eşsiz zerafet ve letafetleri de Osmanlı döneminden günümüze kullanılan mutfaklarımızda önemini hala korumaktadır. Ermeni mutfağı ve yemek kültürüyle, bilinçlenmeye başlamamla birlikte tanıştım. Rahmetli ninemin aldığı el ile büyüdüm ve ondan da eli ben aldım diye övünürüm.
Osmanlı adına Halep’e mektupçu olarak (Vali muavini gibi bir şey) tayini çıkan büyük dedem, konağının aşçı başı Boğos Usta ve ailesini de kafileye ve aileye dahil edip Halep’e gitmiş. Boğos Usta orada da konağın aşçı başı olarak bulunmuş. Öğretileri ile ninem üzerinde çok hakkı vardır. Dolayısıyla bende de… Büyük dedemin görevi nedeniyle Osmanlı sınırları içinde çok yer dolaşıldığından, ninemin de yemek üzerine ayrı bir yeteneği olduğundan, büyüdüğüm evin mutfağında, her bölgenin, her yörenin mutfaklarından örnekleri tadarak, yiyip içerek büyüdüm. Lezzet ile ilgili ilk bilgileri dedemden, pişirme ve mutfak kültürünü ise ninemden aldım. Zaman içerisinde, evliliğimi de Madam Silva ile gerçekleştirip eşimin anneannesi Arusyak Andonyan Hanım’ın mutfağından da gerekli feyz ve eğitimi aldım.
Rahmetliden öyle çok şey öğrendim ki. Bir lezzetçinin öncelikle bilmesi gereken; yapılacak yemeğe göre muhakkak mevsiminde, taze, bilineni değiştirmeden, titiz, kontrollü bir hazırlığın önemiydi. Taze fasülyenin en güzel zamanının, çağlaların manavlarda satılmaya başladığı zamandan itibaren olduğunu da o zamandan hatırlarım. Dedem için müşkülpesent mi, titiz mi yoksa zevk sahibi mi demem lazım bilemiyorum ama o, zamanının gurmelerinden idi. Tam bir centilmen, yemek-içmekten anlayan, muhabbeti ve adabı bilen sıkı bir edebiyatçıydı. Evimizde hazırlanan yemekler de dedemin istek ve zevkine göre hazırlanır ve onun isteği doğrultusunda sunulurdu. Bu, bir otorite olduğundan değil, ailece oturulan akşam yemeklerinin ve masabaşı muhabbetlerinin, törensel ve hatta benim yaşımdaki bir çocuk için sihirli atmosferinden kaynaklanıyordu. Masa başında herkes lezzet kadar görünüşten ve sunumdan da keyif alırdı, almalıydı da. Mesela evimizde pişirilen zeytinyağlı taze fasülye uçlarından, bu iş için özel olarak daha önceden fırında kurutulmuş, 10-12 cm boyunda yasemin dallarına geçilip her iki ucuna çekirdeği alınmış yarımşar çağla eklenirdi. Daha sonra çağlanın yerini çakal eriği aldı. Bol domates ile hiç su koymadan çok kısık ateşte sızma yağ ile pişirilirdi. Öyle ki rahmetli dedem fasülyelerin konuluş şekline bile dikkat ederdi.
Dediğim gibi, dedem titiz, tertipli, kesin kuralları olan bir kişilikti diye uzunca yapılan bir girizgahtan sonra «Lakarda»ya geçmeden önce, lakerdanın mutfaklarımızdaki yerinin Yahudi kültüründen geldiğini de bilmenizi isterim. Evimizde lakerda yapmak dedemin uhdesindeydi ve tercihen kılıç balığından yapılırdı. Ben kılıçtan yapılma çok lakerda yedim ve lezzetini hala en iyi torik lakerdalarında bile bulamam ama artık hem kılıç bulmak zor hem torik balığını işlemek daha kolay.
İyi bir lakerda için önce balıktan başlamak gerekir. Seçilen toriğin mutlaka Karadeniz veya Boğaz toriğinden olması, Kasım ayı ortalarından Aralık ortalarına, lodos olmayan bir günde yakalanmış olup, bahsedilen işlemlerin bir tatil gününde yapılması elzemdir. Toriğin kılçığındaki kanın kesinlikte süpürge çöpüyle temizlenip çıkarılması ve kullanılacak bıçağın çok keskin olması gerekir. ”Bu cümlenin tamamı lakerdanın olmazsa olmaz kuralıdır”… Balığın temizliği sırasında tutuş bile önemlidr, sıkmamak ezmemek gerekir.
Yazın sürüler halinde (anavaşya) Marmara’dan Karadeniz’e giden torikler, kışın yine sürüler halinde Karadeniz’den Marmara, müteveccihen (katavaşya) Ege ve Akdeniz’e ilerlerler. Kasım 15 – Aralık 15 arası bu sürülerden yakalanan balıkların en küçüğünün adı Torik, bir irisi Sivri, biraz daha irisi ise Pecuta’dır. Bunlar, lakerdaya et sıkılığı ve yağ oturmuşluğu olarak en elverişli olanlardır. Yeterki Lodos balığı olmasın.
Levent’te bizim balıkçımız Arnavutköy’lü Aleko idi. «Barbunyabarbugi» diyerek bağırarak geçer ve illa bizim evin önünde bağırmaktan kısılmış sesiyle bir kez daha çığırırdı. Barbunyabarbugi sözcüğünün anlamının «Barbunya var bugün» olduğunu çok ileri yaşlarda çözdüm. Aleko, arkasında kedi ordusuyla o gün sokakta ilk görüp, koparıp, kulağına sıkıştırdığı; mevsimine göre gül, karanfil, filbahri veya hanımeli ile sırıtan kabak kafalı, tabii Rum şivesi ile konuşan bir adamdı. Bize de komik, hoş ve enterasan gelirdi. Kardeşimle muhakkak izlerdik. Temizlenen balıkların iç organ ve yüzgeçleri daha havada uçarken kediler tarafından kapışılması kahkahalara boğardı bizleri. Dedem otoriter, piposu ağzında, zaman zaman hala kokusu burnuma gelen Türk pipo tütününün tenine karışmasıyla özdeşleşmiş egzotik/oryantal kokusuyla, kapının önüne çıkar kulağına takılı işitme cihazının ayarıyla oynayıp çok iyi bildiği Rumcası ile Aleko’ya istediği Toriklerle ilgili tarifler verip bir kadeh buzlu rakıyı da eline tutuşturarak işi sağlama bağlayıp balıkların temizlenişini izlerdi.
Aleko ve Toma, Allah rahmet eylesin, Levent’in üç balıkçı kardeşinden ikisiydi. Ağabeylerini ben maalesef hatırlamıyorum. Sokak satıcısıydılar. Tıpkı Levenet’te sosyete manavı diye tanınan rahmetli Cemil Ağabey ve Kadir Abi gibi. . Cemil ve Kadir Ağabeylerin at arabaları vardı. Aleko ve Toma’ya göre daha motorize idiler, sonra Levent’te şimdiki Merkez Şarküteri’nin yerinde belki de İstanbul’un en meşhur manavıydılar.
Neyse efendim, konumuz lakerda. Aleko torikleri getirir kapının önünde hava gazı saatinin üzerine konan tahtada, başı kuyruğu ve iç organları bıçağın ucuyla çekip alarak temizler, arada rakısından bir yudum çeker, temizlenen torikleri dedeme bir bütün halinde teslim ederdi. İş biter, Rumca bir kaç espri yapılır, kahkahalar atılır ve illa ki Türkçe «bereket versin» diyerek vedalaşılırdı. İşin sonrası dedem Hamid Deren’e aitti. Her ritüelden sonra temizleyip, önce gazete ve daha sonrada kalın kraft kağıtlarına sardığı bıçaklarını çıkartıp torikleri çeşitli boyutlara bölerdi. Kafa arkası yüzgeçten kuyruğun üç parmak üstüne kadar. Bu da toriğin iriliğine göre 3 veya 4 parça demekti. Yeni aldırdığı süpürgeden kopardığı dallarla kılçık içini temizler (kemikte iki kanal vardır. Her iki kanaldaki kemik iliği ayrı ayrı alınmalıdır), takozları yine Aleko’ya taa Bebek’ten getirttiği iki peynir tenekesi buz gibi deniz suyuna yatırır, yarım saat – 45 dakika bu suda bekletirdi. Bu süre genellikle bir piponun içim süresi kadardı. Bu arada etrafta toplanmış kedileri kovalamak da benim ve kardeşimin göreviydi.
İlk su değişimi işleminden sonra yine koparılmış süpürge çöpü ile aynı işlem tekrarlanır, tekrar deniz suyuna yatırılırdı. Bu arada yemek saati gelir, o gün yemekte muhakkak balık olur, bahçede mangal yakılır, balıklar pişirilir, afiyetle yenir, yemekten sonra tekrar lakerda hazırlama ritüeline geçilirdi. Bu işlem, yani suya yatırma işlemi süpürge sapı işlemi olmaksızın süzülüp yenilenerek aşağı yukarı yine yarım saatlik periyotlarla üç kez daha tekrarlanırdı.
Son sudan alınan takozlar, dikey olarak kevgire dizilir üzerine bir tülbent örtülerek çay saatine kadar, aşşağı yukarı 3 saat kadar daha bekletilerek suyunun süzülmesi sağlanırdı. Bu arada hava durumuna göre oturarak veya ayakta çay içilir, alaca karanlığın çökmesi beklenir, hava kararmaya yüz tuttuğunda kapının üzerindeki lambalar yanar ve mermerşahiyle takozların son nemleri de alınırdı. Önceden hazırlanmış büyük cam kavanozların tabanı iri yemek tuzuyla tuzlanıp, geniş bir tepsiye dökülmüş ayrı bir tuzla da takozlar alt, üst ve yan taraftan bastırılarak tuzlanır, tuzlanan takozlar sıkıca kavanozlara yerleştirilir, her sıranın üzerine de aynı tuzla karıştırılmış kırık defne yaprakları serpiştirilerek ağız hizasına 4 parmak kalana kadar yükseltilirdi. Tuz aralara da nüfuz etsin diye kavanozlar hafifçe yere vurulur, en üst katta defneli tuz ile kapatılır, bir sene önceden vazifesini tamamlayıp özenle kaldırılan lakerda tahtaları tuzun üzerine konur ve yine bu iş için ayrılarak saklanmış iki taş ağırlık da tahtaların üzerine konularak kavanozların ağzı tülbentle örtülürdü. Balığın bıraktığı su üç günde bir dökülür ve bu işleme on beş gün kadar devam edilirdi. On beş gün kadar suyu süzülerek bekleyen kavanozlardaki torik takozlarının renklerinin değişimi bariz olarak görünmeye başlardı. 20. gün ilk meyvalar alınırdı. O akşamki kişi sayısına göre iki-üç takoz seçilirdi. Diğer takozlar ise tuzu silkelenerek koyu renkli cam kavanozlara yerleştirilirdi. Yerleştirilen takozların üzerine yine bu işlem için özel olarak Edremit’ten dedem tarafından getirilen sızma zeytinyağı dökülür, bu kez bütün 8-10 adet defne yaprağı konularak üzerine baskısı konulup ağzı da sıkıca kapatılarak kaldırılırdı.
İşte bizim için, işin en güzel yanı da bundan 1 hafta sonra başlardı. Dedem her hafta sonu kardeşim ve benim için 1 takoz çıkartıp zeytinyağını bol tutar, ben koşarak Levent’teki fırından ekmek alıp döner ve o harika lakerdanın sızma zeytinyağında oluşan rahiyasıyla fırından çıkmış sıcak ekmeğin nefis kokusunu karıştırıp afiyetle yutardık. Tabii aile büyüklerimizin lakerdasına eşlik eden Yeni Klüp veya Tek marka, tamamı Tekel mamulü rakılar olurdu…
İşte efendim, size uzunca bir hikayenin içinde «Lakerda»nın yapılışını ve tarifini bütün detaylarıyla verdim. Bir detayı da atlamak istemem: yukarıda meze olayında hem Rumlardan hem Ermenilerden hem de Yahudilerden bahsettik. Zengin ve lezzetli mutfağımıza katkıda bulunanların hepsini ruhları şad olsun.
Şimdi biraz da işin jargonundan ve gurme özelliklerinden bahsederek bu işi noktalayalım.
Lakerdayı balıkçınızdan ya da mezecinizden alırken dikkat etmeniz gereken önemli noktalar vardır. Dost bir balıkçı ya da mezecinizin size vermesi gereken lakerda ne baş altı, yani karın, ya da jargon tabiriyle yakadan (ki ben yakadan severim), ne de kuyruktan olmalıdır. Bonfile tabir edilen takoz, orta takozdur. Gurme ile gurman arasındaki fark da işte böyle küçük noktalarda gizlidir… Yine de her şeye rağmen zevkler ve renkler tartışılmaz.
Yorum, öneri ve sorularınıza her zaman açığız.
Saygı ve sevgilerimle...
Sizlere İzmir'de Uşak Lezzetlerine yolculuğa çıkaracak çok özel bir mekan önerim var. 1957 Ulubey, Uşak yöresine ait birbirinden özel el açması ürünleri ile hizmet veren mekanın sahibesi Uşak' lı Sevgili Müzeyyen ve annesi kendileri birebir mutfaktalar. Hemen hemen herseyi açık mutfakta göz önününde tazecik hazırlıyorlar. Sadece kahvaltı olarak sınırlandırmak yanlış olur. Kahvaltının çok üstünde lezzetler, olabildiğince doyurucu...
Son günlerde, daha doğrusu son dönemlerde o kadar moda oldu ki Osmanlı mutfağı, Osmanlı yemekleri furyası, herkeste bir Osmanlı Yemekleri sevdası, ama bilmeden yazdıkları, bilmeden kovaladıkları, bilmeden bir trendin peşine düşmeleri; bu işe gönül vermiş, mutfak sanatını yüceltmeye, kendinden kattıklarıyla Türkiye mutfağını bir yerlere getirmeye çalışan, yeni neslin ufkunu karartıyor, yanılgılara düşmesini sağlıyor.
Alanya mutfağında davet sofralarının baş tacı yemeklerimizden biri ile başlayalım. Laba koyun keçi gibi küçük baş hayvanların kaburga kemikleri ile leğen kemikleri arasında sağlı, sollu bölge ile omurga kemikleri ile sınırlı olan boşluk alandır. Alanya da yerel ölçekte mevcut kasaplarımız sipariş üzerine Laba yı hazırlar ve teslim eder. Bir labalık hazırlayıver diyerek başlayan serüven aynı sofrada lezzetli bir şölene dönüşür.
Yemek yemeyi karın doyurmaktan çok keyif olarak gören biriyim. Bu sebeple aslında alışveriş merkezlerinde hızlıca ve ayaküstü yenen yemekler tercihim değildir. Ancak Mavi bahçe alışveriş merkezinde bulunan The House Cafe Mavi bahçe bu önyargımı yıkan bir yer.
Mezopotam'ya Anadolu'nun kadim şehri Mardin, Gaziantep, Şanlıurfa, Hatay, Diyarbakır gibi mutfak tarihçeleri halep mutfağına dayanmaktadır lakin Gaziantep, Urfa, Diyarbakır, Hatay biraz daha acı ve yoğun baharatlar la benimsemişler ama Mardin mutfağını özel kılan harika baharatlar ve taze baharatlardan geliyor.
Meyhaneye yanında dostların varsa bir başka gidersin. Zira rakı yalnız içilmez. Uzun sohbetlerin, dertleşmelerin, keyiflenmelerin yeridir meyhane. Rakının en büyük mezesi muhabbettir, içtikçe insan keyiflenir ve güzel sohbetlere yönelir yani hem anlatır hem dinler.